Bebekliği Hatırlamak: En Erken Deneyimlerimize Ulaşmak

Bebek gelişimiyle ilgili bilinen en eski yazılı tanımlama St. Augustine’indir (354-430 ce). Confessions’da (itiraflar) (1991) Augustine, kendi bebekliği hakkında, detaylı ve gelişimsel olarak uygun olan bir rapor verdi, annesinin memesini nasıl emdiğini, ağlama ve susma paternlerini anlattı. İlk gülüşünün uyku sırasında olduğunu yazdı ki bu bugün bebeklerde görülen bir şeydir.

Augustine, verişinin kaynağını bir sonraki gün belirledi: “Bu, en azından bana anlatılandı, ve ben buna inandım çünkü bu diğer bebeklerin yaptığıdır. Aslında, daha sonra ne yaptığımı hatırlamıyorum” (St. Augustine, 1991, p.8)

Augustine’in tanımlaması, bebeklik amnezisini (infantile amnesia) ortaya koyar, bebeklik amnezisi kişinin kendi bebekliğinin hafızasının kaybıdır, bu, en azından birkaç bin yıldır kabul edilen bir gerçektir. Kişinin hayatındaki 3 ya da 4 yaşlardan önceki olaylar açıkça isimlendirilemez, tutarlı hikayesel bir yapı olarak organize edilemez ve kişiye kayıp olarak görülür (Rubin, 2000). Bebeklik amnezisi, otobiyografik hafızanın başlangıcıyla (yaşamın 3. Yılı dolaylarında) açıklanır (Fivush, 1994; Harley & Reese, 1999). Bu görüşe göre, çocuklar, kendilerini aynı dil topluluğunun üyelerine ifade etmek ve böylece kendilerini hatırlamak için; klasik ve sembolik dili kazanmış olmalıdırlar.

Bu kısımda, çocukların ve yetişkinlerin aslında hayatlarının ilk birkaç yıllarının bazı yönlerini hatırlayabileceklerini öneren araştırmaları ele alacağım. Bu araştırmalar, bebek ve yetişkin hafızası, bebeğin norodavranışsal gelişimi, bağlanmanın işleyen modelleri, erken çocukluk döneminin travmalarının yeniden toplanması ve yetişkinlerle çocukların klinik çalışmalarıyla alakalıdır. Tipik olarak örtük (implicit) ve açık (explicit) bellek arasındaki ayrıma ek olarak, üçüncü tip bir belleğin olduğunu öneriyorum. Buna, katılımcı bellek (partıcipatory memory) dedim, katılımcı bellek, geçmişi yeniden yaşamak ve tekrar yürürlüğe koymaktır. Bu, hem güncel bebek belleğini hem de çocuk ve yetişkinlikteki bebeklik anılarını açıklamaya yardımcı olabilir. Bireylerin bebekliğin katılımcı belleğine ulaşabildikleri bazı durumları tarif ettim. Bunun, bilinçli ve bilinç dışı süreçlerin birbirine bağlanmasında gerekli bir yol olduğunu ve erken çocukluktaki travmaların çözümlenmesinde hedeflenen terapotik süreçler için bir yol olduğunu savunuyorum. Yazıyı, bebeklik hatıralarına ulaşmayla ilgili klinik etkileri ve araştırmaları ele alarak bitirdim.

Bellek Çeşitleri

Bellek araştırmacıları 2 bellek sistemi tanımlar. Açık bellekte (explicit memories) (conceptual ve declaratıve bellek de denir) olayın tipi, zamanı ve yeriyle ilgili belirli kategoriler vardır. Açık bellek, bir olayı geri çağırmaktır. Örtük bellek (procedural ve nondeclatative de denir), hatırlayanın geçmişindeki özel ve somut kişisel deneyimlerle ilgilidir (Tulving, 1983, p.1). Örtük bellek, kendiyle alakalı, bağlama özgü ve “somut”tur. Bu 2 tıp belleğin beynin farklı hemisferlerindeki farklı sinirsel yapılarda yer aldığına inanılır (Schacter, 1992; Squire & Knowlton, 1995; Wheeler, Struss & Tulving, 1997).

Açık ve örtük bellek arasındaki farklar iki tip bilişsel sistemi ayrıştırmak için genişletilebilir: mantıksal (rational) sistem ve deneysel (experiential) sistem. Mantıksal sistem analitiktir, bilinçli değerlendirme sürecini içerir, sembollerle şifrelenmiştir ve bilinçli kontrol bölgesinde çalışır. Diğer taraftan, deneysel sistem, duygusaldır, somuttur, pasif olarak deneyimlenir ve açık yargılar ve değerlendirmeler yerine geçmiş deneyimlerin “titreşimlerinden” etkilenir (Epstein, 1991). Bu William James’in tanımlamayla bilme-knowledge by description (explicit-açık) ve tanıyarak/aşinalıkla bilme-knowledge by acquaintance (implicit-örtük)ayrımına benzerdir.

Örtük bellek yetenek öğrenmeyi, örneğin araba kullanmak ya da bir müzik aleti çalmak, açıklamak için kullanılır. Bu durumda, hafıza bağlama özgüdür (direksiyona ya da piyanonun önüne oturmak) ve iç içe geçmiştir, belirli duyumsal ve motor sistemlerin aktivasyonunu gerektirmektedir. Bu hafıza, bir arabayı kullanmakla ya da müzik icra etmekle “ilgili” hafıza değildir. Bunun yerine, hafıza performansın içinde oluşmuştur, ondan ayrı değildir. Araba kullanmanın kavramsal (conceptual) hafızası, koltuktaki deneyimdir, belirli bir hadiseyi tekrar düşünmektir. Kavramsal hafıza sözel anlatım gerektirir, sözel olmayan hareketleri gerektirmez. Fakat geçmişteki örtük hafızalar belli kaynak olay, zaman veya yerle ilgili değildir (Schacter, 1996). Hatırlanması gereken tüm bilginin “kafada” olmadığı konusunda, açık ve örtük bellek benzerlik göstermektedir (Fogel, 1993; Pasupathi, 2001). Görece bağlamla alakalı olmayan açık bellekle kıyaslandığında, örtük bellek gerçekleşmek için belli bir bağlam, o belleğin oluşturan bağlama benzer bir bağlam gerektirir. Bu durumda, özne ve bağlam arasındaki ilişki yeniden kurulduğunda, hafıza spontan olarak ortaya çıkar. Bazı örtük bellekler, sosyal ilişkiseldir çünkü oluşturuldukları ve hatıranın tekrarlandığı bağlamlar kişilerarası durumlardır. Bu sürece örtük ilişkisel bilme denir (Beebe, 1998; Lyons-Ruth, 1998; Siegel, 2001).

Tüm açık bellekler aslında ilişkiseldir çünkü sosyal olarak paylaşılmış kültürel eğilimlerle (örneğin kelimeler, imajlar) gerçekleşirler. Bu, kişinin yalnız olduğu zamana oluşan hafızalar için bile doğrudur çünkü tekil düşünme kültürel kelime ve imajlarla aynı formu alır (Fogel, 1993; Vygotsky, 1978). Açık bellekler, sosyal hikayelerde tekrar tekrar anlatılırlar. Kanıtlar gösteriyor ki; insanların aklında tuttuğu açık hafızalar, diğer insanlara anlatılanlardır (hafıza oluşumunu ve gelişimini sosyal olarak yapmak) (Pasupathi, 2001).

Bebek belleğiyle ilgili araştırmalar gösteriyor ki, bebekler doğuştan itibaren ilişkisel hafızaların örtük ve açık formlarına sahip. Örneğin, bebeğin annesinin sesini ya da yüzünü anne herhangi bir davranış göstermiyorken tanıması açık bellege işarettir (Howe, 2000). Diğer taraftan, her iki bellek tipi de değişik gelişimsel seyre sahiptir. Örtük bellek, erken bebeklikte daha yaygın ve belirgindir. Açık bellek, artan bilişsel sofistikeleşmeyle, otobiyografik deneyimlerin dil aracılığıyla diğerleriyle paylaşılmasıyla gelişir (Fivush, 1993; Howe & Courage, 1993; Lewis, 1991).

Sözel otobiyografik hafızanın altında, kendiliğin dil öncesi duyumunu içeren bir bellek vardır, bir “primer bilinç (primary conşçiouşness)” ya da “ekolojik kendilik (ecological self) ya da “çekirdek kendilik (core self)”, bu duyumsamadan, hissetmeden ve hareket etmeden oluşmuştur (Damasio, 1999; Rochat, 1995; Stern, 1985). Bebeklerin davranışsal ve nörofizyolojik gelişimini üzerine yapılan güncel araştırmalar gösteriyor ki, doğumdan önceki son zamanlardan itibaren, (bebekler kendilerini aynada tanımadan çok önce, bebeklerin beden durumlarına direkt bağlantıları ve beden durumlarıyla ilgili örtük hafızaları var. Bebekler ve doğum öncesi fetüslar kendi beden hareketlerini ve beden duyumlarını deneyimleyebilirler. Aynı zamanda, bedenin içsel durumunun sinirsel gözlemine de sahiptirler: bağırsak, mesane, kalp atımı, nefes ve psikofizyolojik iyilik haliyle alakalı olan diğer bedensel fonksiyonlar (Butterworth, 1995; Damasio, 1999; Fıfer, Monk &Grose-Fıfer, 2001; Rochat, 1995; Stern, 1985, 2000).

Bu kısımdan akılda kalması gereken, konuşma öncesi periyoddan uzun süreli olarak tutulan ve şartlara bağlı olarak birinden birine ulaşılan bellek tipleri olduğudur. Ben ayrıca 3. Tıp bir belleğin olduğunu savunuyorum: Katılımcı (partıcipatory) bellek: Bu, örtük (bilinç dışı) ve açık (bilinçli) deneyimlerin arasında bir köprüdür ve bebeklik deneyimlerini otobiyografik kendiliğe katan birincil yollardan biri olabilir.

Düzenleyici bellek (regülatory memory) olarak örtük bellek (implicit memoy)

Örtük bellek öncelikle, düzenleyici, otomatikleşmiş ve bilinç dışıdır (Bargh & Chartrand, 1999). Örtük bellek, uyaran bilinçdışı olarak değerlendirildiğinde, yaklaşıldığında ya da kaçıldığında, algı ve hareket arasında aracılık yapma işinin çoğunu yapar. Örtük bellek, uyumsal davranışlarımızın çoğunun düzenlemesi ve organizasyonu için zamanı ve hesabı işletir.

Nörogelisimsel araştırmalardan elde edilen kanıtlar gösteriyor ki; erken deneyimler, günlük olayları halletme paternleri oluşturmak için sinirsel yolları ve yapıları değiştiriyor. Bu paternler öncelikli olarak duygusaldır (yani, fayda-zarara göre değerlendirmeler) ve bilinç öncesi seviyede davranışı düzenlemeye yarar, kişinin erken bebeklikte oluşmaya başlayan “öncelikli” ve “çekirdek” kendiliğidir (Damasio, 1999; Stern, 1985). Bebek deneyimlerinin çoğu kişilerarası ilişkilerde meydana geldiğinden, bebeğin beyni özellikle yüzlere, seslere ve sosyal bilgiye ayarlanmıştır. Sosyal etkileşimin çoklu, tekrarlayan deneyimleri nöromotor yollara gömülür, böylece örtük ilişkisel bilme (implicit relational knowing), diğerleriyle bir şeylerin nasıl yapılacağına dair örtük bellek oluşur (Beebe, 1998; Lyons-Ruth, 1998; Siegel, 2001). Bebeğin beyni deneyime bağımlıdır ve (sosyal deneyim aracılığıyla) sosyal çevreyi temel olarak tehdit edici ya da temel olarak arkadaş canlısı olarak görmeyi öğrenir (Panksepp, 2001).

”Açık olarak” bebeklikte bize ne olduğunu hatırlamasak da, bize bakım veren kişiyle yaşadığımız deneyimlerin, örtük süreçlerimiz üzerinde güçlü ve sürekli bir etkisi var. Bu deneyimler… duygularımızı, davranışlarımızı, algılarımızı ve kendimizle ve diğerleriyle olan işlerin mental modellerini içerir. Örtük bellekler dünyayla ilgili öğrenmelerimizin en erken formlarını taşır. Örtük bellekler, geçmiş olayların kaynaklarına dair bir ipucu olmadan, direkt olarak bizim şimdi-ve-burada deneyimlerimizi şekillendirir. “ (Siegel, 2001, p.74).

Düzenleyici örtük belleğin en belirgin organize edici faktörlerinden birisi, bebeğin önemli diğerleriyle olan duygularının ve ilişkilerinin tarihidir (Schore, 2001a, b). Bir grup bağlanma teorisyeni, Bowlby’nin “içsel çalışma modelini (ınternal working model)” yeniden kavramsallaştırmıştır, buna göre önemli diğerleriyle olan iletişim, düzenleyici örtük belleğin bir formudur. Bu bellek; bebeklikteki ve erken çocukluktaki bağlanma figürleriyle yaşanılan ilişkideki ayrılma, tekrar bir araya gelme ve ortak ulaşılabilirlik durumlarının deneyimleriyle kazanılmıştır.

Beynin deneyime bağımlı olarak olgunlaşması; kişinin, yalnız ya da kişilerarası ilişkilerdeki duyguları kontrol etme yeteneğinin bilinçdışı ve sezgisel bir hissini oluşturuyor. Güvenlik hissiyle, bebekler hem olumlu hem olumsuz duygularının deneyimlerini düzenlemeye yatkındır çünkü bu duyguların sosyal ilişkisel deneyimi etkili bir çözümleme tarihçesine sahiptir. Özellikle sağ hemisfer, bireyin diğerleriyle olan duygusal uyumunun bilinçdışı düzenlemesini sağlar.

“Bu kapasite bilinçdışı ama etkili bir şekilde yüzleri, ses tonlarını ve böylece ötekinin amaçlarını okuma yeteneğini içerir… diğerlerinin durumları empatik olarak hissetmek, duygusal durumlarla iletişim kurmak ve kişilerarası duygusal etkilenmeleri düzenlemek ve böylece erken çocukluğun dolaylı kişilerarası stresörleriyle başa çıkmak için.” (Schore, 2001a, p.45). Düzenleyici örtük belleğin bir örneği, günlük belleğin en kapsamlı olaylarından birisi olabilir: Marchel Proust’un Geçmiş Şeyleri Hatırlaması (Remembrance of Things Past) sı. Kahraman, Swann, eski sevgilisi Ödette’nin yeni soğukluğuna tepki veriyor.

“Ödette’nin Swann’a karşı takındığı farklı, rahatsız edici, saygısız bu tavır kuşkusuz onun acı çekmesine neden oluyordu ama o ne kadar acı çektiğinin farkında değildi… Bu değişim, onun derin, gizli yarasıydı, günler, geceler boyu ona eziyet ediyordu. Ne zaman düşüncelerinin ona çok yakınlaştığını hissetse, çok fazla acı çekmekten korktuğu için onları başka bir tarafa yönlendiriyordu. Kendine kısaca şunu söyleyebiliyordu: “Ödette’nin beni daha çok sevdiği bir zaman vardı” ama bu zamanın tam olarak ne zaman olduğunu netleştiremiyordu” (Proust, 1981, p.350).

Düzenleyici örtük bellekler; tek bir olayın kayıtlarından değil de, tekrarlayan erken deneyimlerin birleşiminden oluşuyor gibi görünüyor (Epstein, 1991; Stern, 1985). Bu genellemeler belli durumlarla belli şekillerde hareket etmek ve hissetmek için bilinçdışı bir yatkınlık oluşturuyor. Bu hafızalar; daha duygu deneyimlenmeden önce duygusal tepkinin olasılığını değiştirerek kendilik ve diğeri arasındaki bağı düzenlemeye yarıyor. Bunlar bilinçdışıdır ve –normal şartlar altında- açık erişime kapalıdır.

Katılımcı bellekler

Örtük bellek ve açık bellege ek olarak, bir tip bellek daha vardır. Bu, kişinin kendisiyle ilgili hatırlamasının bilinçli deneyiminin içine girebilen bir bellek formudur(açık bellege benzer olarak), fakat bu bellek sözel ya da bağlamsal değil davranışsal ve duygusaldır(örtük bellege benzer olarak). Katılımcı bellekler, henüz sözel ya da bağlamsal anlatım olarak organize edilmemiş kişisel olarak önemli deneyimlerin canlı olarak tekrarlanmasıdır. Katılımcı bellekler şuandaki bilinçli deneyimlerdir, geçmişteki bir deneyimle alakalı değildir, yani geçmişteki deneyim bir imaj ya da duygusal öneminden ayrılmış bir konsept olarak gösterilmez. Bunun yerine, katılımcı bellekler geçmiş deneyimlerle birlikte olma ya da yeniden yaşama şeklinde duygusal olarak deneyimlenir. (Braten, 1998; Fogel, 1993, 2001; Heshusius, 1994). Katılımcı belleği deneyimlerken, kişi geçmiş hakkında düşünmez. Kişi direkt olarak, sanki o deneyim suan yaşanıyormuş gibi geçmişteki deneyime dahil olur.

Bu kısmın devamındaki bölümlerde savunacağım şey şudur: Katılımcı bellekler, bilinç dışı örtük belleklerden çıkar ve belirli sosyal ilişkisel durumlarda (örneğin psikoterapi esnasında) açık sözel belleklere çevrilebilirler. Bu süreçte, çocukluktaki çözülmemiş ya da bilinçdışı travmaların örtük bellekleri çözülebilir ve zamanla daha kompleks ve genişletilmiş bir otobiyografik kendilik durumuna yeniden entegre olur.

Hamileliğin son dönemindeki fetüslerin ve yenıdoğanların bazı aynı zamanlı (yaştaş) bellekleri katılımcıdır. Örneğin bellek çalışmalarının birinde, 3 aylık bebeklerin, yataklarının üstüne aşılmış bir nesneyi hareket ettirmek için bir seri baş çevirmeleri ve bacak hareketleri yaptığı düşünülmüştür. 2 aylık bebekler, nesneyi hareket ettirmek için öğrendikleri belirli hareketleri hatırlatıcı olmadan hatırlayabilirler. Fakat eğer periyodik olarak hatırlatıcılar verilirse, sınırsız prosedür hatırlayabilirler.

Bu yüzden bebeklerin katılımcı belleği iç içe geçmiştir çünkü bir prosedürü tekrarlarken ve muhtemelen yeniden deneyimlerken, bebeklerin onu hatırladığı söylenebilir (Fogel, 1993). Beden, bağlama uygun olarak hareket eder, hatırlanan deneyimin doğrulamasına aktif olarak katılırlar.

“Bebeğin öznel dünyasını anlama gayreti, öncelikli olarak içsel deneyimden binalar inşa etmek gibi olan mental tasarımlara odaklanmıştır. Bebeğin bedenini anlamak, zorluklarıyla ve zevkleriyle, bu odakta eksiktir (Lieberman, 1996, p.289)”.

Bebeklerin katılımcı hatırlaması, içsel öğrenmenin meydana geldiği bağlamda da vardır. Bebekler değişik yataklarda, aynı yatakta farklı renkli yatak destekleriyle, değişik nesnelerle, odada farklı koku olduğu ve farklı müzik çaldığı zaman yeniden test edildiğinde unutma meydana gelir (Butler & Rovee-Collier, 1989; Fagen, Prigot, Carroll, Pioli, Stein & Franco, 1997; Rubin, Fagen & Carroll, 1998). 6 aylıktan sonra, bebekler günler yada aylar boyunca ertelemeden sonra, ertelenmiş taklitle bazı şeyleri tekrarladığında, katılımcı bellekler gösterilir (Howe, 2000). Eğer bebek herhangi bir zaman nesneyi hareket ettirirse ya da başka bir hareket yaparsa -geçmişte böyle yapmayı öğrendiği- örtük bellek görülür. Bu deneysel çalışmalarda gösterilen bellekler belli bir bağlamda, belli bir sıralamada görülür yani, daha önceki deneyimin tamamı yeniden yaratılır.

Proust katılımcı belleğin pek çok örneğini vermiştir. Romanın anlatıcısı, genç bir çocuk olarak, “Swann” isminden kandırılmıştır. Ne zaman bu ismi duyduğunda, Swann ışmiyle ilgili bir imaj olarak açık bir bellek aklına gelmez. Hatırlama, alakalı duygusal deneyimlerin tekrarından oluşur.

“İ would be obliğed to catch my breath, so suffocating was the pressüre, upon that part of me where ıt was for ever inscribed, of that name which, at the moment when I heard it, seemed to me fuller, more portentous than any other, because ıt was heavy with the weight of all the occasions on which İ has secretly uttered in my mind” (Proust, 1981, p.157).

Bu pasajda yazar şu andaki, daha önceki deneyimlerinin hatırası olarak gördüğü duyusal ve duygusal dışavurumlarını tarif ediyor. Bu bellek bağlamsal ya da soyut değil, sadece düzenleyici ya da bilinçdışı da değil. Bunun yerine, bellek aslına uygun olarak ve gerçekçi bir şekilde yeniden yaşanıyor. Tekrarladığı her seferde, kötülük belirtilerinin aynı hissi boğulma deneyimi yaratıyor.

Travma için katılımcı bellek

İnsanlardaki travma sonrası stres bozukluğu (PTSD), güçlü ve açıklanamayan duyguların, somatik duyumların, kabuslar ve flashbackler gibi görsel imajların ve travmayla ilgili tepkilerin tekrarlanmasıyla ilgili her şeyin görüldüğü katılımcı bellek deneyimlerini içerir. Travmatik katılımcı bellekler önceki deneyimlerin davranışsal tekrarlarıdır ve sağ limbik sistemde, özellikle de hipokampüs ve amigdaladaki belirli değişikliklerle ilgilidir (Schore, 2001a, b; van der Kolk, 1996a).

PTSB ile ilgili katılımcı belleklerin birkaç tane fark edilir karakteristik özelliği vardır. Birinci olarak, onlar daha önceki deneyimlerin bir sonucu olarak dönüşmezler. Tipik olarak, İnsanlar otobiyografik olayları gerçeğe uygun olarak hatırlamaz. Bunun yerine, günlük bellek orijinal deneyim ile deneyimi hatırlama arasında meydana gelen gelişimsel ve sosyal süreçlerle değişir (Pasupathi, 2001). Fakat, travma bellekler “zamansız ve sonraki deneyimle değişmez”dir (van der Kolk, 1996a, p. 232). Bireyler senelerce aynı travmatik kabusa sahip olabilir, aynı flashbackleri tekrar deneyimleyebilir (Örneğin birdenbire yoğun bir korku hissetmek ve görünür hiçbir sebep yokken ter içinde kalmak) (Smyth & Pennebaker, 1999; Terr, 1994; van der Kolk, 1996b).

Bunun PTSD’de meydana gelmesinin sebeplerinden biri şudur:

“Duygusal bellekler neokorteks tarafından, gelen bilginin hiçbir bilinçli değerlendirmesi olmadan oluşabilir. Amigdalanın ve alakalı yapıların yüksek seviyede aktivasyonu, bilgideki parçalanmaya göre (nesnelerin ve olayların tam gelişmiş algısı olmadan) duygusal tepkiler ve duyusal etkiler oluşturabilir” (van der Kolk, 1996a, p. 234).

Çocuklardaki ve yetişkinlerdeki bebeklikle ilgili katılımcı bellekler, az çok bütün şekilde deneyimsel haliyle kalır çünkü bebeklerin limbik sistemleri, neokortekse kıyasla gelişimsel olarak daha olgundur. Bu yüzden, bebeklikteki olaylar, özellikle de dikkat çekici iseler –ki travma için bu geçerlidir- “zamansız” olabilirler.

Katılımcı belleklerin ikinci karakteristiği, onların öncelikli olarak açık değil de duygusal ve algısal olmasıdır. Katılımcı tekrarın aşikar canlılığının sık rastlanan bir gözlem olmasının yanı sıra, travma mağdurları, travmanın gerçek olaylarıyla ilgili seçici amnezi gösterirler. Flashbacklerinin yer ve zaman açısından belli bir kaynağı olduğunun farkında bile olmayabilirler (van der Kolk, 1996b). Pierre Janet (1904) hastaların travmatik görünen ama bununla ilgili açık belleklerinin olmadığı boğucu duygular deneyimledikleri vakalar göstermiştir. Freud ve Breuer (1966), duygusal ve davranışsal semptomlardan (görünüşte katılımcı bellek olan fakat hasta tarafından açıklanamayan) rahatsız olan hastalardan bahsetmişlerdir.

Travmatik katılımcı belleklerin bu özellikleri, daha önceki özellikte olduğu gibi aynı nörolojik süreçlerle açıklanıyor gibi görünüyor. Travmatik olaylar somut, sözel bir anlatıma dönüşmediği için, öncelikli olarak beynin duyusal, motor ve ikonik bilgiyi işlemleyen alanları tarafından hatırlanıyor. PTSD kurbanlarında travmatik hatıralar kışkırtıldığında, Broca alanının aktivasyonunda (dili işlemlemenin bazı yönleriyle alakalıdır) , amigdala ve hipokampüsteki sağ hemisfer aktivasyonunda bir azalma olur (bu literatürün bir gözden geçirmesi için van der Kolk, 1996b’ye bakın).

Tüm otobiyografik bellekler, hem açık hem de örtük, kortikal ve limbik süreçlerde, aynı zamanda bedendeki dikey sinirsel bağlantılarda yer alır (Fink, Markowitsch, Reinkemeier, Bruckbauer, Kessler & Heiss, 1996; Tucker, 2001). Fakat, travmatik belleklerin duygusal ve algısal yönleri kortikal işlemlemeden bağımsızdır, bu yüzden otobiyografik kendiliğin anlatımsal kısmından ayrıdır. Bu, tekrar bize gösteriyor ki, bebeklikle ilgili hatıralarda ve travmayla ilgili hatırlarda bir benzerlik vardır –kortikal ve anlatımsal işlemlemenin gelişimsel olarak daha az kullanılabilir olduğu yerler-. Bebeklikte sözel bellekteki kısıtlılık, bebeklik amnezisinin bir açıklaması olsa da, travma araştırmaları gösteriyor ki; bazı bebeklik deneyimlerinin duygusal ve duyusal-motor bileşenleri belli şartlar altında korunabilir ve geri çağırmaya uygun durumda olabilir.

İyi yapılmış ve sayısı giderek artan araştırmalar gösteriyor ki; yetişkinler ve küçük çocuklar, bebeklikte olan travmaların bazı deneyimlerini tekrar etme becerisini korurlar, bu da travmanın katılımcı belleğini gösterir. Sağ ya da sol arka pençelerine acı verici bir enjeksiyon yapılan farelerde, ki bebeklerde de aynı durum vardır, bebeklikteki ağrının uzun süreli belleğinin olduğu görülür. Yetişkin olarak test edildiklerinde, enjeksiyon yapılmış pençe, enjeksiyon yapılmamış penceye kıyasla ve kontrol grubundaki farelere kıyasla acıya daha duyarlı olur. Ayrıca, yetişkin farelerin enjeksiyon yapılmış pençelerinde daha yüksek yoğunlukta sınır ucu vardı. Son olarak, farelerde, travmanın bu hatıraları bedenin belirli bölgelerine yerleşti ve yetişkinliğe kadar kaldı (Ruda et al., 2000). Bu bellek katılımcıdır, yani yetişkin fare eş zamanlı olarak daha önce yaşanmış olan acıyı, acının uygulandığı aynı yerde yeniden deneyimler. Bu ağrıyla ilgili bir bellek değildir (bebeklikte, penceye ağrı uygulanmasının açık bağlamsal bir belleği değildir), eş zamanlı psikolojik deneyim olmadan etkilenen pencenin bilinçdışı yardımı da değildir (düzenleyici örtük bellek değildir).

Farelerde ve maymunlardaki erken dönemde yaşanan stres ve yoksunluk, katılımcı bellek olarak düşünülebilecek uzun dönemli davranışsal değişimler oluşturabilir (örneğin alışılmış durumda korku ya da davranışsal çekilme ve yüksek seviyede kaygı ve stres tepkisi). Travmaya özgü davranışların bu tekrarlamaları hipotalamık-pituiter-adrenokortikal (HPA) eksenindeki nörolojik değişimlerle ilgilidir (Gunnar, 2001; Postener, Rothbart, Farah & Bruer, 2001). Potansiyel olarak benzer bir şekilde, ebeveynin ölümü ya da yokluğu nedeniyle bebeklikte yuvaya bırakılan çocuklar, yoksun bırakılmamış çocuklara kıyaslandığında, düzeltildiklerinde agresif ve alıngan olma, irritabilite ve yaşıtlarıyla kavga etme gibi davranışları göstermeye daha yatkın olurlar (Ames, 1997; Hodges & Tizard, 1989). Bu davranışlar erken çocuklukta belli bir şekilde davranılmanın açık belleği değildir. Şu anda aktıve olurlar, duygusal baskıları vardır ve muhtemelen erken deneyimlerin kişilerarası durumlarını bedende tekrarlarlar.

Bağlanmayla ilgili güncel modelleri örtük bellekten ayrı olarak katılımcı bellek bakış açısıyla incelemek teorik olarak iyi olabilir. Örneğin güvensiz bağlanma geçmişleri olan çocuklar ve yetişkinler, terk edilme, onay kazanma ve redden kaçmanın işaretlerine daha tetikte oluyor (Goodman & Quaş, 1997; Main, 1999). Bu tetikte olma hali, çekilme, geride durma gibi beden postürleriyle ve suçun ve kaygının duygusal deneyimlerinin yaşanmasıyla kendini gösteriyor. Kaygılı bağlanma stili, yapışma, dokunma, beden ilişkisi kurmakta açlıkta görülüyor. Kaçınma ise, itmede ve kişilerarası yakınlıkta isteksizlikte kendini gösteriyor. Bunlar, muhtemelen katılımcı belleklerdir çünkü orijinal deneyimin meydana geldiği duygusal ve postürel durumlarda (örneğin uzanma, yakın durma) yakın arkadaşlarla, ebeveyn figürleriyle, romantik ve cinsel partnerlerle (diğer kişilerle değil) tekrar etme eğilimindedirler (Lisa Diamond, kişisel iletişim).

Bebeklerdeki ağrı travmalarının uzun dönemli bellekleri, yaşamlarının ilk 2 yılında acile gitmelerine neden olan travmatik yaralanma yaşayan çocuklar üzerinde de incelenmiştir (Peterson, 1999; Peterson & Bell, 1996; Peterson & Rideout, 1998). Eğer yaralanma 2 yaş civarı ya da sonrasında meydana gelirse, çocuklar bu durumu sözel olarak 2 sene sonrasına kadar hatırlayabilir. Böyle bir çocuk, tam da 2 yasının öncesinde, cim biçme makinasının egzoz borusunda elini yakmıştı. Bir buçuk sene sonra, elini yaktığını, orada kimin olduğunu, olayın neden olduğunu ve doktoru gördüğünü anlatabildi. Bunlar, açık, bağlamsal, otobiyografik belleklerdir.

18 ay öncesinde yaralanan çocuklarda durum değişiktir. Bir çocuk, 16 aylıkken düşüp alnını kesmişti. Acile gitmesi onun için travmatikti çünkü yarasına dikiş atılırken hareket etmemesi için bir battaniyeye sıkıca sarılmıştı. Sonraki birkaç ayda, uykuda rahatsızlıklar, yabancılardan korku gibi şeyler göstermişti ve evden ayrılmak istememişti ve üzerine battaniye örtüldüğünde histerik hale geliyordu. Araştırmacılar tarafından 22 aylıkken görülmüştü. O zaman, hala durumu tarif etmeye yetecek sözel becerisi yoktu, fakat ne zaman hastane kelimesini duysa alnın dikiş atılan kısmını gösteriyordu. Kazadan 18 ay sonra onunla tekrar iletişime geçildiğinde (o zaman 34 aylıktı) hala olayla ilgili sözel belleği yoktu fakat ailesi saçlarını kestirirken ona önlük bağlanmasını reddettiğini söyledi.

Bu hatıralar açık değildir çünkü sözel bellek yoktur ve çocuk deneyimin dışında duramamış, ona tepki gösterememiştir. Bu bellekler basit olarak düzenleyici de değildir, durumu bilinçdışı olarak görmezden gelerek duyguları meydana gelmeden önce kontrol etmezler. Bunun yerine, bu bellekler şu anda yeniden yaşanan deneyimlerdir: Katılımcılardır.

Katılımcı bellek hakkındaki en dramatik çalışmalardan biri, 5 yasin altında cinsel istismar, fiziksel yaralanma, aile bireylerinden birinin ölümüne şahit olma ve kaza gibi travmalara maruz kalan çocuklarla yapılan klinik araştırmadır (Terr, 1988). Çalışmadaki bütün çocuklar Terr’in “davranışsal bellek (behavioral memory)” şeye sahipti fakat sadece travma meydana geldiğinde 28 aylıktan büyük olanlar travmanın sözel belleğini kısmı ya da tam olarak tutabilmişti.

Davranışsal bellekler de bu kısımla ilgilidir, davranışsal belleklerin bir kısmı katılımcı bellek kriterlerine de uyuyor gibi görünüyor. Buna, travma sonrası oyun (post traumatic play) ya da tekrarlama ve travmaya özgü korkular dahildir. Bir oyun terapisi seansında, bir çocuk karnını dürttü ve Disneyland’ı ziyaret ettiğinde onu işaret eden mızrakları anlattı. Dokunduğu yer, tam da cinsel iştirmarının video kayıtlarında görünen (suçlular tarafından çekilmiş) adamın cinsel organını sapladığı yerdi, genital bölgesi değildi.

Terr ayrıca “kişilik değişimlerini” (örneğin sürekli üzüntü ve sinir) de davranışsal bellek kategorisinin altında grupladı. Bu kişilik değişimleri, (psikolojik işlemlemenin arka planına hapsedilmiş) düzenleyici örtük bellekler gibi görünüyor. Üzüntülü ya da sınırlı modların altında, bilinçdışı alanda, travmayı tekrar etme potansiyeli duruyor.

Belgelenmiş travmaların tam sözel belleğinin olması 3 yasından büyük çocuklar için şaşırtıcı değildir:

“Şaşırtıcı olan davranışsal bellege bakıldığında görülür, ne kadar erken ortaya çıktığına, ne kadar uzun süre devam ettiğine ve ne kadar gerçekçi şekilde çocuğa olan şeyi yansıttığına bakıldığında görülür. Davranışsal bellek, sözel hatırlamayı edinmekten farklı kurallarla çalışıyor gibi görünüyor. Örneğin, davranışsal hatırlama, birden çok, çeşitli ve uzun süreli istismarlarda hareketin tekrarlanmasına izin verir, Bu istismarların sözel tarifleri ise bilince sonsuza kadar kapalıdır” (Terr, 1988, p.103).

Travmatik Olmayan Deneyimler için Katılımcı Bellekler

18 aylıktan önce meydana gelmiş bile olsa bazı travmatik hafızaların katılımcı olduğuna ve daha sonraki deneyimin etkisiyle değişmediğine dair tutarlı klinik, nörolojik ve teorik açıklamalar var. Bebeklikteki travmatik olmayan olaylar da katılımcı bellek olarak tutulabilir mi? Bebek beyninin öncelikli olarak duygusal ve duyusal-motor olayları gözlediğini biliyoruz, böyle deneyimlerin sözel ifadesi olmadığını da biliyoruz. Bu bilgilere dayanarak söyleyebiliriz ki, bebeklikteki önemli olumlu deneyimler, duygusal sağ hemisferde saklanabilir. Böyle belirgin olaylar dil kazanımından önce meydana geldiğinden, travmatik hafızalarda gördüğümüz şekilde “zamansız” olabilirler.

Travmatik olmayan deneyimler için katılımcı bellekler belgelenir, fakat şu anda, travmatik belleklere kıyasla daha az ikna edici kanıt vardır. Anneden ilgiyi az gören fare yavrularıyla kıyaslandığında, anneleriyle daha çok emme ve timar davranışı yaşayan yavrular, daha az korkaktırlar ve hem davranışsal olarak hem de HPA ekseni tepkisinde daha düşük seviyede stres gösterirler (Liu, Dioro, Tannenbaum, Çaldji, Francis, Freedmman et al., 1997; Postner et al., 2001). Güvenli bağlanma davranışının (insanlardaki yaklaşma ve rahatlık aramanın katılımcı tekrarlaması) HPA ekseninin etkili düzenlemesinin, sağ limbik sistemin, parasempatik sınır sisteminin, özellikle de vagüş sınırının aktivitesinin aracılığıyla bebeklik deneyimlerinden etkilendiğine inanılır (Diamond, 2001; Schore, 2001a, b). Yiyecek seçimleri ve diğer duyusal memnuniyetler de katılımcı bellek olarak düşünülebilir. Fakat, bunlar genel ifadelerdir, bebeklikteki travmatik olmayan belleklerle ilgili araştırmalar kısıtlıdır.

Birkaç istisna vardır. Bir çalışmada, 2.5 yasındaki çocuklar, 6 aylıkken yapılan karanlıkta objelere ulaşmaları gereken bir prosedürde tekrar test edilmişlerdir. Karanlıkta ulaşmayla ilgili 6 ay deneyimi olmayan bebeklere kıyasla, deneyimleyen çocuklar 2.5 yasında, daha önce bu görevi yaptıklarına dair sözel/bağlamsal bellek olmasa da, görevde daha iyi performans göstermişlerdir (Perris, Myers & Clifton, 1990). Bu çalışmada, karanlıkta ulaşma belleğinin örtük, genel otomatikleşme ya da katılımcı olduğunu söylemek güçtür.

Başka bir çalışmada, 8-10 yaş arası katılımcılara, yuvadaki sınıf arkadaşlarının, kendileri 3 yasındayken tanıdıkları arkadaşlarının, resimleri gösterilmiştir. Katılımcıların tanımadıkları 3 yasındakilerin resimleriyle kıyaslandığında, katılımcılar sözel olarak hangi resimlerin yuva arkadaşlarına ait olduklarını ifade edemeseler de, katılımcılar güvenilir deri iletkenliği tepkileri yaşamışlardır (Newcombe & Fox, 1994). Fizyolojik etkiler olsa da, bu bellek katılımcının şu andaki bilinçli deneyiminin bir parçası olmuyor. Bu nedenle, bu çalışma katılımcı bellek için değil, örtük düzenleyici bellek için kanıt gösteriyor.

Travmatik olmayan katılımcı bellekle ilgili bir klinik vaka çalışması tek bebekler ve ikizlerden oluşan bir grubu son dönem hamilelikten 3 yasa kadar takip etti (Piontelli, 1992). Piontelli, fetüsları ailenin ve doktorun iş birliğiyle ultrason görüntülemesinde gözlemledi. Örneğin, çift yumurta ikizleri, amniyotik sıvılarını ayıran duvar arasından birbirlerini okşadılar. Doğumdan sonra, doğum öncesi böyle bir davranış göstermeyen araştırmadaki diğer ikizlerle kıyaslandığında, bu ikizlerin birbirlerine daha fazla dokundular ve okşadılar. 1 yaştan sonra, birbirlerini ipek örtünün zıt taraflarından okşamak gibi bir oyun geliştirdiler. Başka bir ikiz grubu doğumdan önce birbirlerine vuruyorlardı ve uzun seneler boyunca birbirlerine şiddet ve sevgisizlik göstermeye devam ettiler. Anne karnında “vahşice” plesentayı ve kordonu emen bir bebekte, sonraki dönemde yeme bozukluğu ve duyusal memnuniyet için değişken ihtiyaç görüldü.

Erken bebeklikteki travmatik olmayan katılımcı belleklerin önemine rağmen, burada üzerinden geçilen çalışmalar kesin bir şey söylemek için yetersiz. Fakat, bu tarz belleklerin var olduğunu ve ilerideki araştırmalarla destekleneceğini varsaymak için iyi teorik nedenler var. Diğer yandan, suan, bebeklik travmalarının çocuklukta ve muhtemelen tüm hayatta saklanmasıyla/kalmasıyla ilgili çok daha kesin bir kanıya varılabilir.

Bebekten Yetişkine, Yetişkinden Bebeğe

Bir önceki kısım şunu gösterdi ki; daha önceki bilinçdışı örtük düzenleyici belleklerin, katılımcı bellek şeklinde hayata getirilebileceği durumlar var. Terr tarafından kullanılan oyun terapisi durumu böyle bir örnektir. Bebekliğin katılımcı belleklerinin ortaya çıktığı durumlar hakkında daha genel bir şey söyleyebilir miyiz?

Katılımcı bellekler, daha çok şu andaki durum, geçmişteki önemli durumla benzeştiğinde ortaya çıkma eğilimindedir. Hayvanlarla yapılan çeşitli araştırmalar gösteriyor ki, bebeklikte şartlanan korkular, daha yaşlı hayvanlara stres uygulandığında yeniden geliyor. 21 günlukken korkuya şartlanan fareler, 2 hafta sonra hiç akılda tutma göstermemiştir, bu bebeklik amnezisinin bir formudur. Epineprin ya da başka bir stres hormonu enjekte edildiğinde, şartlanan korku geri döner. Strese girmiş hayvanda görülen davranış, görünüşte bebeksidir, donma ve durgunluk içerir (Jacobs & Nadel, 1985; Nijenhuis, Vanderlinden & Spinhoven, 1998). Bu bulgular gösteriyor ki, ilk öğrenmenin meydana geldiği durumdakine benzer nörolojik şartlar oluştuğunda, hayvanlar şartlanmış uyaranın katılımcı belleğine sahiptir.

İnsanlarda; bebeklik bağlanmasıyla ilgili, istismar, travma ve stresle alakalı duygusal hatıralar nispeten sözel olmayan sağ hemisfer ile bağlantılıdır (Brake, Sullivan & Gratton, 2000; Fink et al., 1996; Schore, 2001a,b). Korkuya şartlanmış farelerde olduğu gibi, bu travmatik ve stresli erken deneyimler (sağ beyinde oldukları için) travmayla ilgili duygular ve içsel durumlar hakkında konuşmak konusunda bir beceriksizliğe (açık bellekteki dışosiyasyonlara) neden oluyor (Schore, 2001a, b). Bebeklikteki norodavranışsal şartların –öncelikli olarak duyusal, motor ve duygusal durumlar- yeniden oluşması, bebeklikteki katılımcı belleklerin ortaya çıkması için imkanlar yaratabilir.

Farelerle yapılan araştırmalara benzer olarak, erken travma öyküleri olan insanlar psikolojik ya da fizyolojik stres altında olduklarında, erken deneyimlerinin amnezileri canlı “semptomlar” olarak ortaya çıkar (Fox & Card, 1999). Söylenen semptomların çoğu, abartılı duyusal ve motor durumlar içerir (örneğin, duyguları hissetmede beceriksizlik ya da aşırı duygusallık, mideyle ya da yemeyle ilgili problemler, dokunmaya hassasiyet (Krueğer, 1989). Bu semptomları katılımcı belleklerin örneği olarak görmek klinik ve teorik olarak ise yarar olabilir.

Örtükten katılımcıya, açık bellege terapotik dönüşümler Stres altında semptom olarak ortaya çıkan katılımcı bellekler, açık hale gelmeyebilir çünkü kendiliğin otobiyografisindeki birleşmeyi sağlayan kişilerarası bağlama sahip değildirler. Bu bellekler, katılımcı olsa da, parçalanmış olarak kalırlar ve bilinçli kendilikten ayrışmıştırlar.

Örneğin, Freud, semptomatik yakınmaları tedavi etmek amacıyla çocukluk deneyimlerine ulaşmak için yetişkinleri bağlamsal ve alışılmış bilincin dışına çıkarmak gerektiğinin farkındaydı. Bunu öncelikle hipnozun erken bir formuyla deneyimledi, daha sonra da serbest çağrışım (free association) olarak adlandırdığı metodu keşfetti. Freud, kendiyle ilgili düşünmenin ve nedenselleştirmenin, terapotik entegrasyon, oto kontrol ve uygun sosyal davranış için önemli olduğunu anladı. Diğer taraftan, bu ego fonksiyonları –Freud’a göre- orijinal travmanın farkındalığına karşı bir savunma görevi de görüyordu. Duygusal olarak ulaşılabilir bir terapistin eşliğinde, bu hatıralar yeniden deneyimlenebilir ve anlaşılabilir.

“Travmanın somut bir anlatımının ortak olarak oluşturulması, ilişkisel kontaktta (ki bu sağ orbitofrontal bölgeden sol orbitofrontal bölgeye etkili bilginin çallosal transferini teşvik eder) ortaya çıkabilir. Bu yapısal gelişme, örtük-prosedürel bellekte kodlanan sol hemisferle ilgili geri getirmeyi ve sağ hemisferle ilgili duygusal durumların açık bir şekilde anlamsal olarak işlemlenmesini sağlar” (Schore, 2001b, p.245).

Örtükten açık hatırlamaya giden yollardan birinin, örtük belleklerin katılımcı bellekler olarak şimdiki zamanda ortaya çıkması olduğunu öneriyorum. Bu psikoterapi sırasında ortaya çıkan, daha önceki deneyimlere regresyonlar (öyle denilen) bu sürecin meydana gelmesi için uygun bir zemin sağlıyor.

“Deneyimin regrese olmuş durumlarının canlılığı ve yakınlığı (vividness and immediacy) kişilerarası kendiliğin aktif olarak yeniden organize edilmesinin temeli olur, bu analitik durumun bit yönü, terapotik regresyona izin veren (sebep olan değil) ilişkisel çevrenin yaratılmasıdır. Bu çevre, bireyin ego sabitliğini (ego stability) koruyan rolü almasına izin verir çünkü birey kendini sorumluluğu analist ile paylaşacak kadar güvende hisseder. Böyle yaparak, hasta deneyimin regrese edilmiş kısımlarının (düşünmenin, hissetmenin ve davranmanın erken ve bazen davranışsal olarak parçalanmış modellerinin transferlerindeki yoğun tekrarlamalar sırasında) ortaya çıkmasına izin verir (Bromberg, 1991, p. 416).”

Regrese edilmiş hallerin “canlılığı ve yakınlığı”, katılımcı belleğin canlı deneyimsel yapısının bir tanımlaması gibi görünüyor: Yani, belirli tipteki terapotik ilişkinin ortasındaki bilinçli deneyim içinde yeniden yaşanmış olmanın farkında olmak.

Bromberg (1991) bu tarz terapotik olanakların yaratılması için dilin tek başına yetersiz olduğunu savunmuştur: Onlar yorumlamayla ortaya çıkamazlar, tetiklenmiş değildir, onların çıkışına izin verilmiştir. Böyle olanaklar, hasta ve terapist, ilişkilerinin verdiği güvenle oyun benzeri bir iletişim içinde hareket ettiğinde meydana gelir. Katılımcı bellekler, (Hasta kendi otobiyografik hikayesini, hem daha önceki deneyimini, hem de onu çevreleyen duyguları kognitif olarak yönetme becerisini eklemek için düzenlerken) onları kabul etmeye ve duyguları düzenlemeye hazırlıklı olan bir kişiye anlatılmalıdır.

Broomberg’in katılımcı bellekleri tetiklemek yerine onlara izin vermek ve imkan vermek ile ilgili olan fikri, güvenli bağlanmayla ilgili olan erken anne-bebek iletişimin modellerini hatırlatıyor. Anneler bebeklerinde afektif durumları tetiklemek yerine, bebeklerin duygularıyla eşleşirler ve duyguların dinamik paylaşımının içine dahil olurlar. Buna, uyuşma (attünement), kişilerarası afektif resonans, bilincin diyadik hali ya da birlikte düzenleme (co-regülation) denir. Bu anlar, tipik olarak sosyal ve duygusal davranışın olumlu dönüşümleriyle alakalıdır (Fogel, 1993; Schore, 1991; Stern, 1985; Tronick, 1998).

Terapotik karşılaşmalarda da benzer anlar gözlenir. Bunlara “şimdi anlar (now moments)” denir (Sandler, 1995; Stern, 1998). Böyle anlar meydana geldiğinde, hasta abartılmış duyguları ve yeni iç görüleri deneyimler. Bu iç görüler kendilik deneyiminin yeni formlarıdır. Anın doğruluğunun duyumu ve bunun kendilik için önemi, kendiliğin parçası olarak tanımlanabileceği gerçeğiyle alakalıdır (Beebe, 1998; Lyons-Ruth, 1998; Şander, 2000). “Şimdi ani”, “gerçekliğin sıcak ani”dir, hasta “korumasız” yakalanır, beklenmedik ve tamamen yaratıcı davranışlar gerektirir (Stern, 1998). Bu, aynı zamanda Winnicott’un (1971) partnerler arasındaki potansiyel boşluk konseptine (concept of the potential space) (her kişi diğeriyle olan ilişkisinde ortaya çıkacak olan ihtimallere tamamen açık olduğunda baş gösteren) de benzer. Tronick’in (1998) “bilincin diyadik hali” (dyadiç states of conşçiouşness)konsepti de benzerdir: “Hasta ve terapist arasındaki bilincin diyadik hali, yorumlama içermez… Onlar tamamen duygusal ve prosedüreldir (örtüktür)”. Terapi literatüründeki bu tanımlamalar, “şimdi anlarında” gelenlerin kişisel olarak anlamlı, ilginç, duygusal ve yaratıcı deneyimler olduğunu öne sürüyor. Bu deneyimler, duygusal canlılıklarından dolayı, büyük olasılıkla erken çocukluktan gelen katılımcı belleklerdir.

Bebeklikteki ve çocukluktaki katılımcı belleklere ve onların terapotik dönüşümlerine giden başka bir muhtemel yol da somatik farkındalık terapileri ve somatik psikoterapilerdir. Bunlar, serbest çağrışımlı konuşmanın, beden hareketlerinin, beden farkındalığının ve dokunmanın (erken çocukluğun hatıralarına ulaşmak ve onları kendiliğe yeniden entegre etmek amacıyla)kullanıldığı yetişkin terapileri çeşitleridir. Bebekler dünyayı hareket, dokunma ve iç içe geçmiş kendilik farkındalığıyla deneyimlediklerinden, birçok somatik farkındalık pratisyenine göre, sadece konuşmaya kıyasla bir yetişkinin bebeklik deneyimine gitmek için daha direkt bir yoldur. Somatik farkındalık yaklaşımları soft müziği ve az ışıklandırmayı kullanabilir. Farkındalık; pratisyen hastanın sadece kelimelere değil de beden hareketlerine, duygulara ve duyumlara odaklanmasına yardım ettikçe kazanılır (Ogden & Minton, 2000; Schofield & Abbuhl, 1975).

Duygular hakkındaki teorik çalışmalara öncülük etmesiyle bilinen Sylvan Tomkins, geçmiş yaşantın fiziksel ve/veya duygusal durumlarının benzerlerini şimdiki zamanda yaratarak erken çocukluktaki ve bebeklikteki duygusal hatıraları yeniden canlandırmak hakkında yazmıştır. “Eğer yetişkini, bir çocuğun ya da bebeğin ortamına sokarsak, ona ortama has mesajlara boğarsak ve onun bebeklik ve çocukluk karakteristiğindeki davranışlarına izin verirsek, istersek ve teşvik edersek, bireyin hayatının çoğu boyunca uyuşmuş olan izleri aktıve edebilmeliyiz (Tomkins, 1992, p.214)”.

Tomkins (1992), büyük boyutlu odalar yaratma, yetişkini karanlıkta bırakma, sarsılmış, emzik emme, bebeklerin yalpalayan yürüyüşünü taklit etme, ninniler duyma ve bunun gibi şeyleri savunur.

Somatik psikoterapi ve Rosen Method Egzersizi de dahil olmak üzere çeşitli somatik farkındalık metotlarını uygulayan klinisyenler, katılımcı belleklerin –ani ve kişisel- terapotik dönüşüm sürecinin parçası olabileceğini belgeleyen vaka raporları yazdılar. Rosen Method Egzersizi, hastanın bebeklikten ve çocukluktan beri arka planda tutulan duyusal ve duygusal durumları yeniden deneyimlemesine yardımcı olmak için nazik dokunuşları ve kelimeleri kullanır (Wooten, 1995). Broomberg’in psikoterapi yaklaşımına benzer olarak, Rosen Metodu, güven verici terapotik ilişki bağlamına hastanın katılımcı deneyimler yaşamasına izin vermeye odaklanır. Bu, bir Rosen Metodu pratisyeni tarafından anlatılmıştır:

“Rosen eğitimim ve daha önceden beri yaptığım kişisel pratikler ve öğretimler boyunca, hastalarımda meydan gelen fiziksel, duygusal ve tutumsal değişiklikleri merak ettim. Bunu kendimde defalarca deneyimlemiştim. Sık sık şunu gördüm ki, bedenim hiçbir kelimenin ya da imajın taşıyamayacağı bir şeyler hatırladı, bunun sonucunda posturum ve hareket etme tarzım belirgin olarak değişti: Çaba sarf etmeden daha dik durdum, kalçalarım daha rahattı, adımlarım daha uzun oldu. Bütün olarak daha rahatlamış oldum ve hem çalışırken hem de sonradan beklenmedik bir şekilde aklıma gelen imajları fark etmeyi öğrendim. Bazen, bilinçdışımdan önemli bir bellek, seanstan birkaç gün sonra ortaya çıkıyordu (Wooten, 1995, p.41).

Geçen 4 yıl boyunca aldığım ve pratik ettiğin Rosen Metodu Egzersizi deneyimimde, bebekliğin hem travmatik hem de travmatik olmayan katılımcı belleklerinin olma ihtimaline kişisel olarak ikna oldum. Bu klinik çalışma –Bebeklerin ilişkisel gelişimi, biliş ve duygu hakkındaki 30 yıllık araştırma uzmanlığıyla birleştiğinde- kariyerimde araştırmalar, klinik pratikler ve eğitimler için yeni alanlar açtı.

Örneğin, bebeklikten ve çocukluktan katılımcı bellekler, benim be bek gelişimi dersime katılan üniversite öğrencilerinde aktıve öldü. Mark Reese ile, kendisi Feldenkrais Metodunun pratisyeni ve eğitmenidir, bebek-benzeri öz farkındalık dersleri geliştirdik, bu derslerde emme, gülme, yuvarlanma, emekleme ve dengeleme gibi bebek hareketlerini canlandırdık. Bu dersler, derslerin teorik arka planı, bebek gelişimiyle bağlantısı ve uygulayan öğrencilerin deneyimlerinin raporları kitaplarımdan birinde bulunabilir (Fogel, 2001). Öğrenciler önce gevşeme egzersizlerini çalıştılar, sonra adım adım bebek hareketlerini yavaşça ve incelikle tekrar ettiler, bunu primer bilincin duyusal motor süreci öğrencinin farkındalığına hakim olana dek devam ettirdiler.

Örneğin emme dersinde, emerken olumsuz duygular ya da beden gerilimleri bildiren öğrencilerin hepsi, ailelerinden bebeklik döneminde emme ya da yemeyle ilgili problemler yaşadıklarını öğrendiler. Yetişkin emme deneyiminde aşırı stres yaşayan bir öğrenci, bebekken tüple beslendiğini öğrendi. Bu öğrenciler, bebeklikleri hakkında aileleriyle konuşarak derste yaşadıkları katılımcı deneyimleri ailelerine onaylatana dek erken beslenme zorluklarının farkında değillerdi. Emme sırasında barış, sakinlik ve rahatlama hisseden öğrenciler –bu derste en sık olarak yaşanan katılımcı deneyimdir- erken beslenmelerinin normal olduğunu keşfetti (Fogel, 2001).

Bunun gibi metodlarda, katılımcı bellege ulaşmak için derin bir gevşeme oluşturulur, bu gevşeme sempatik sınır sisteminin aktivitesini azaltır, bu da gevşeme tepkisine ve içsel öz-farkındalığın artmasına sebep olur. Bu hal, psikoterapi, egzersiz, hipnoz, yoga, meditasyon ve dua esnasında üretilene benzerdir. Artıştık ve bilimsel yaratıcılık, oyun ve hayal kurma ile ilişkisi vardır, bunlar da kişi örtük düzenleyici sürecin sıradan sınırlarını aşar ve direkt katılmanın deneyimi için uyanır (Rossi, 1993; Varela, Thompson & Rosch, 1991; Winnicott, 1971).

Sonuç

Bu yazı, dil kazanımından önceki erken çocukluk için 2 tıp bellek olduğunu ortaya koyuyor: örtük bellek ve katılımcı bellek. Örtük bellek, kendiliğin çekirdeğini –çevrenin kişilerarası dünyanın ve duygunun duyusal ve motor yönlerine verdiğimiz tepkileri düzenleyen bilinçdışı süreç- oluşturuyor. Katılımcı bellek, örtük bellek canlı hale geldiğinde ( kişi geçmişte, bir zamanlar kendiliğin bir parçası olarak tanıdığı bir şeyi şu anda direkt olarak deneyimlediğinde) oluşuyor.

Katılıcımcı bellekler –deneyimlendikleri şu anda- beklenmediktir, sebepsizdir, spontandır ve duygusaldır. Bunları sıradan muhabbet (açık bellek)sırasında ya da yaşamın günlük paternleri sırasında (örtük bellek) deneyimlememiz pek olası değildir. Katılımcı bellekler oluştuğunda, orijinal deneyimin oluşmasının bir parçası olan bedendeki yerleri ve süreçleri ortaya çıkarırlar. Beyinle yapılan güncel araştırmalar gösteriyor ki, bilişsel fonksiyonların neredeyse tamamı, ortabeyinden direkt olarak bedenin motor ve düzenleyici sistemine olan bağlantılar ile dik olarak organize olmuştur (Seitz, 2000; Tucker, 2001; Varela at al., 1991). Bağlamsal sistemler, hikayesel otobiyografik belleğin düzenlenmesini sağlarken, primer bilincin desteğinden ve öz farkındalığın temelini oluşturan deneyimin sürekli izlenmesinden yardım alır (Damasio, 1999; Tucker, 2001). Semptomlarla orijinal olaylar arasında tipik olarak bir bağ vardır.

Katılımcı bellekler genellikle stresli zamanlarda ya da belli terapotik durumlar sırasında meydana gelir. Terapide meydana geldiklerinde, iyileştirici bir değişimin oluşması için olanak yaratırlar. Katılımcı bellek -kendiliğin bir parçası olarak bilinir fakat belirli zamanlardan ve yerlerden bağımsızdır- yeniden bütünleşmiş kendilik için uyumlu bir hikayeye dönüştürülebilir. Katılımcı bellek bakış açısıyla ele alınan terapotik süreçler hakkında nispeten daha az sistematik veri var. Buna rağmen, ilerideki araştırmalara zemin olacak birkaç hipotez oluşturulabilir.

Tüm değişim zamanları –“spiritüel, meditasyonel, somatik farkındalık ya da psikoterapotik pratiklerdeki “şimdi anları (now moments)”- katılımcı bellekler içerir. Klinik kanıtlara göre, “şimdi anlarının ” katılımcı bellekleri çağrıştırma ihtimali var. Bana göre, bu tarz anları daha derinden ele almak şunu ortaya çıkaracak: Katılımcılar için onların özellikle belirgin olmasının sebebi, ortaya çıkan “gerçeklik” ve “doğruluk” hissidir. Bu gerçeklik hissi meydana gelir çünkü kişisel deneyim hemen kendiliğin bir parçası olarak tanınır. Birey, deneyimin zamandaki ya da boşluktaki yerini tam olarak belirleyemez, ve aynı zamanda sıra dışı bir şekilde ilgi çeken güçlü bir tanıdıklık hissi yaşar. Eğer insanın değişimi ve dönüşümü, erken çocukluktaki ve bebeklikteki kişisel hatıraların yeniden deneyimlenmesine bağlıysa, terapotik an esasında bir gençleşme/yenilenmedir (rejuvenation) (Fogel, 2001). Erken geçmişin katılımcı bellekle hayata getirilmesi, ruhun kök hücresinin yetişkin akıl-beden sistemine aşılanması gibidir, gelişim için yeni yollar sağlar.

Katılımcı belleklerin terapotik ya da dönüşümsel olması için doğru (accürate) olmasına gerek yoktur. Ne zaman erken çocukluğun hafızasıyla ilgili konuşulsa, onun gerçekliğini sorgulamaya yönelik bir eğilim vardır. Bunlar gerçekten bu kişinin başına geldi mi? Yasal bir durum olduğunda, örneğin çocuk istismarıyla ilgili hafızanın ortaya çıkması, bunun gerçekliğini sorgulamak iyidir. Hem doğru, hem de yanlış olarak geri getirilen hatıralarla ilgili belgelenmiş vakalar olsa da, çocuklar erken bir yaştan itibaren yanlış hafızaları onarma ve reddetme yeteneğine sahiptir (Brainerd & Reyna, 2002). Fakat, terapotik durumlarda, gerçekliği tartışmak anlamlı değildir. Katılımcı bellekler belirli bir olaya yerleşmediği için ve kişisel olarak ilgi çekici olduğu için, bireyler ve kültürler onlardan açık anlamalar çıkarmak için bir çok yok geliştirmişlerdir. Doğum öncesi ya da bebeklik periyodlarıyla, geçmiş yaşantılarla ya da spiritüel bağlantılarla alakalı oldukları düşünülmüştür. Bu anlatımların doğru ya da gerçek olduğundan bağımsız olarak, birey için olan duygusal baskılarından dolayı onlar her zaman dönüştürücüdür. Katılımcı bellek hissi yaratmak için kültürel ve kişisel hikayeler ve mitlerle kaynaşan gerçek deneyimlerde parçalanmalar olabilir. Bu tarz deneyimleri katılımcı bellek olarak görmek, araştırmaların onların kaynaklarına gitmesini sağlayabilir.

Katılımcı bellekleri deneyimlemenin olasılığını artıran yönyemler, terepotik ve bilimsel amaçlar için kullanılabilir. Bebeklik ve erken çocukluk araştırmacıları konuyu sadece sözel/bağlamsal epistemolojik duruşla ele aldıklarında, bebekler hakkında anlaşılabileceklerle aramızda büyük bir bariyer var oluyor. Bebekliğe bakış açımızı kendi yetişkin bağlamsal çerçevemize göre şekillendirmekten memnun mu olmalıyız? Bağlamsal olmayan bir varlığı bağlamsal ifadelerle tanımlamak mantıklı mı? Ya da, katılımcı ve iç içe geçmiş epistemolojileri –somatik farkındalık pratikleri gibi- kullanarak araştırmadaki ve günlük hayatımızdaki bebek imajında kendimizi yeniden şekillendirmek için adım mı atmalıyız? En azından, böyle yaparak daha kendimizin farkında, daha rahat ve daha sağlıklı oluruz. Ayrıca, araştırmacılar böyle metodları benimsedikçe, (özellikle psikoterapistlerin ve somatik farkındalık pratisyenlerinin işbirliğiyle) bebekliği ve bebeklik deneyimlerinin yetişkin ruhuna katkılarını anlamak için yeni yollar açabilmeliyiz.

Bebeklik deneyiminin katılımcı belleğiyle ilgili bilimsel çalışmalar, bebeklik travmalarını iyileştirmeyi ve bireyi hayat boyu bütünleşmiş bir kendilik duyumu içerisine oturtmayı amaçlayan terapotik süreçlere yeni açıklamalar sunabilir. Araştırmalar; katılımcı belleğin ortaya çıktığı şartları, otobiyografik entegrasyona en iyi şekilde nasıl dönüşeceklerini ve beynin böyle deneyimlerden sonra tekrar organize olması için beynin plastisitesini inceleyebilir. Travmanın sağlığa dönüşmesinde, akıl ve beden arasındaki, bebek ve yetişkin arasındaki ilişki nedir? Bebeklikten ve çocukluktan gelen katılımcı belleklerin teorik açıklamaları, yeni araştırmalar için itici bir güç olabilir.

Alan Fogel, Ph.D.