İlişkide Gerçek Ayrıntıda Gizlidir

Beni etkileyen bir fotoğraf gördüm. İlk anda neden bu kadar etkilediğini fark edemesem de onda önemli bir şey vardı. Uçsuz bucaksız güzel bir deniz, sahilde bir çocuk ve çocuk dalgayı örtüyü kaldırır gibi kaldırıyor, insanoğlunun bütün atıkları ve kirlilikleri ortaya çıkıyor. Piaget’ye göre çocuğun zihinsel gelişiminde on ikinci aylarda object permanance(1) (Nesne Süregenliği  ) oluşur. Çocuklar bir eşyanın üzeri örtüldüğünde on ikinci aydan önce onu yok sayarlar. On ikinci aydan  sonra ise artık çocuk eşyanın kaybolmayacağını bilir ve örtünün altını açar. Sanki biz Erişkinler, çocuğun gelişimsel zihinsel sürecinde eşyanın artık kaybolmayacağını bilmeye doğru gittiği bir durumda iken daha aşağı bir yere geriliyoruz. Fakat bir fark var; bebek bu dönemde eşya örtünün altında kaldığında zihninde eşya algısı yok oluyor, olmayan bir şeyle ilgili bir şey yapamıyor. Hayvanlarla aynı seviyede bir nokta. Gelişim sürecini tamamlamış insanı hayvandan ayıran en önemli özellik; sembolizasyon yapabilmesi yani olay ve eşyaları zihninde tutabilmesi, gözle görülür olmasa da eşya, olay ve sorunlarla ilgili tasarım, düşünme ve çözüm üretebilme yetisi olmasıdır.

Fotoğraftaki çocuk saf, meraklı ve ilgiliyle ‘tuh, kaka, pis gibi bir yargılama, iğrenme küçük görme durumunda’ değil sadece merakla atıklara (plastik şişelere, zifte, lastiğe, kus ölüsüne) bakıyor ve anlamaya çalışıyor.

Bebek için önemli başka bir gelişimsel kavram ise; Mahler’in bebek gelişim evrelerinden biri olan ve nesne ilişkileri kuramında önemli  yer tutan object constancy’ dir.(2).Bu kavramı söyle açıklayabiliriz: Güvenli, mutlu, yatıştırabilen, hissedebilen bir annenin dokunmasını ,sevecen bakışlarını, sevgisini, sütünü verdiği gibi yavrusuna vermesiyle özellikle bebeğin örtülü ilişkisel belleğinde(5) oluşan seven, bakım veren, güvenliğini  sağlayan, her zaman yanında olduğunu hissettiren bir anne tasarımı ve ayrıca  her şekilde sevilen, güvende hisseden bir ben (kendilik )tasarımı meydana gelir. Bu empati kurabilen, hisseden, kendini ve bebeğini her koşulda yatıştırabilen (3), çocuğuna güvenli bağlanan (4) bu anne, ister istemez hayatın realitesi gereği yavrusunun yanında her zaman olamayacak ve zaman zaman bebek bazı engellenmelerle, dürtülerle bas basa kalacaktır. Örneğin, altının ıslak kalması, kulağının ağrıması, gaz sancısı, çeşitli hastalıklar, annenin yorgunluğu ve hastalığı sebebiyle empatisinin ve ilgisinin yeterince olamaması gibi durumlarla normal olarak bebek karsı karsıya kalacaktır ve bu homeostazin(6) zaman zaman bozulmasıyla egonun gelişimi ve ego kapasitelerinin artması için ve ayrışma, bireyleşme  dönemine adım atması için olması gereken de budur. Bebeğin gelişimsel süreçte yaşadıklarını bebek adına dillendirirsek: ‘aaaa anneme benzeyen biri var ama annem gibi beni yatıştıramıyor, annem gibi yanında sıkıntısız hissetmiyorum, tam annem gibi de sevmiyor’ gibi kelimelere döktüğümüz hisleri yasadığı örtülü ilişkisel bellekte (5) bir ikinci anne tasarımı oluşur ve buna bağlı da tam güvende hissetmeyen, tam olarak yatışmayan, biraz aciz hisseden bir başka ben  (kendilik)tasarımı oluşur. Annenin güvenli bağlanan bir yapısının olması, sıkıntısını yatıştırabilme kapasitesinin olması, hayatin getirdiği olumlu-olumsuz olaylara karşı siyah ve beyaz gibi değişen bir karakter yapısı olmayan, olayları ve insanları bir bütün olarak gerçeklikte algılayan, duygularını hissedip yatıştırabilen, kendini ve ötekini (diğer insanı) yaşanan olumlu-olumsuzluklara göre değil de dünüyle  bugünüyle bir bütün halinde artısıyla ve eksisiyle değerlendiren, dingin bir anne sayesinde bebek otuz altıncı ay civarında örtülü ilişkisel belleğinde oluşmuş her iki anne ve her iki ben tasarımlarını birleştirir. Bu aylarda bebeği dillendirdiğimizde bebekten şunları duyardık: ‘güvende hissettiğim, sevildiğimi hissettiğim, mutlu hissettiğim, özgürce her şeyi yapabileceğimi bildiğini hissettiğim ama bazen de bu hissettiklerimi tamamen hissedemediğim bir annem var. Genelde kendime güvendiğim, sevilen ve seven olduğum özgürce istediklerimi yapabileceğimi hissettiğim ama bazen biraz güvensiz, bazı şeylerde  yetersiz de hissettiğim bir ben varım, her koşulda ve her durumda annem yanımda ve ben de bazı olumsuzluklarda kendimi yatıştırabilirim diye kelimelere dökülebilecek içsel, duygusal kendilik(ben) ve nesne (anne, baba ,sevgili, insan, canlı-cansız dünya)tasarımları oluşur ve insanlar hayatlarına ya (hatırlayamadıkları) bu güzel mirasla ya da borçla başlarlar. Yani bebeğin gelişimsel süreçlerinde otuz altı aylıkken object constancy sağlanamamış, ayrılma ve bireyleşme oluşmamışsa sonrası hayatımızda bu gelişimsel kusurlar onarılmadığında gizli ve açık karakter zaaflarıyla hayatımız devam edip gitmektedir. Maalesef geçmişin hem bebekteki çocukluk hem de sonrasında ki dönemlerde yaşanan gelişimsel kusurlar, duygusal olarak can acıtıcı atıklarımız olduğunda hep üstünü örttüğümüz ve kaçarak   güzel deniz manzarasını yaşamaya çalıştığımız bir döngüde gider. Fakat yaşadığımız kaçınma döngülerinin hiçbiri denizin içindeki plastik şişeleri, ölü martıları, ölü deniz analarını, ölü balıkları ortadan kaldırmıyor.

Bakımlı, genç, güzel bir bayan doktor, tavsiye üzerine eczacı bir akrabası ile geldi. Seansta: ‘kocam boşanacağını söyledi, evi terk etti, sanıyorum başka biriyle ilişkisi de var, hiç gündemde yoktu, şimdi boşanacağım diyor, çok kötüyüm, gitti ama zaman zaman da eve geliyor,’ Bir çocuğuyla yalnız kalan bu kadın, evliliğiyle ilgili konuştuğumuzda şunları dillendiriyor: ‘Evlenmeden önce her şey çok güzeldi, eşim çok sosyal, espri dolu bir insandı. Beni çok iyi ve çok mutlu hissettiriyordu, yanında kendimi güvende ve sevilmiş hissediyordum. Ne olduysa evlendikten sonra oldu, her şeyime kusur bulur oldu. ’Sen arkadaşlarımın yanında sessiz kalıyorsun, daha konuşkan ol’. ‘Sen biraz kilo mu aldın, dikkatli ol!’, hiçbir şeyimi beğenmez oldu. ‘Sen neden bir enstrüman çalmıyorsun? Sen bir müzik aleti çal,’ benle ilgili her şeye karışıyordu, ben de beğenilmek ve onun istediği mükemmellikte olmak için uğraşıyordum. Kendime olan güvenimi iyice yitirmeye başladım, hep onun istediği gibi olmakla uğraşmakla geçti yıllarım ama bir türlü beğendiremiyordum. Mutlaka söyleyecek bir şeyleri oluyordu. Sonra bir gün geldi:’ Ben evden ayrılıyorum, ben boşanıyorum ‘dedi.

Bu ilişkide hep güzel bir deniz manzarası görülmek istenmiş, atıklar hep yok sayılmak istenmiş, aci da olsa sonunda atıkları görmenin yolunu açabilecek bir ayrılık yasanmış. insan olarak üç şey yapabiliriz: Birinci olarak  ‘neden bastan beri bu normal davranmayan, senin kimliğini yok sayan, esine bir şey demedin diyen, ya bu atıkları niye görmedin diyen eleştirisel bir bakış açısıyla yaklaşmak olabilir’;  ikincisi ‘ ya arkadaş, şerefsizin tekiymiş, vah vah sana neler yasatmış, ah bir de gül gibi kadını bırakmış gitmiş diyen bakış açısı’; üçüncüsü ‘ne terk eden kocayı ne de bu bayan arkadaşı yargılamadan, hissederek, meraklı, ilgili, anlamaya çalışan bir bakış açısıyla bu gerçekleri görmeye çalışabiliriz. Atıklarımıza bakıp, onları toplayıp geri dönüşüm kutularına atabiliriz.

Bakıldığında neler görülüyordu oradaki atıklarda? Yaptığımız çalışmada görüyoruz ki   gelişimsel bir eksiklikle hayata başlayıp böyle devam eden, ayrılma ve bireyleşme süreçlerini sağlıklı bir şekilde bitiremediği object constancy’i sağlayamadığı, güvenli, her koşulda seven ve sevilen, hisseden bir yapıda olmadığını görmekteyiz. Bir şeyleri yapabilmek için güvensiz hissettiği için hep destek arayışı ve yaslanma ihtiyacı hisseden, hep ötekinin gözünde sevilmeyi ve onaylanmayı bekleyen, (çocukluk bebeklikte anneye göre yanlış veya doğru da yapsa sadece ve sadece kendi varlığıyla sevildiğini hissedememiş, değerli olduğunu hissedememiş olması sebebiyle) yapıda hayati diğerlerinin sevgisine muhtaç bir şekilde yürüttüğü bir hayat yasamış. Önce anne ve baba için, sonra arkadaşları için, sonrasında eşi için. Sevgiyle bakılmak, güçlü, sosyal birinin ihtiyacını hissetmek, sanki hep farkında olmadan ihtiyacını sağlayamadığı anne eksikliğini tamamlamak adına sevildiğini ve güçlü ve güvenli hissettiren erkek arkadaşını, gerçeklikte sorgulamanın önüne geçmiştir. Ve böylece bilinçdışı örtülü ilişkisel bir şekilde bir sevilmemiştik hisleri, atiğinin üzerini örtmüştür.

Mehmet TEKNECI (M.D)

BAÇTE Birey Aile Çocuk Terapileri Enstitüsü